18 Mart 2012 Pazar



CHP VE MERKEZ-TAŞRA İKİLEMİ

Türkiye, bugünün İslam nüfusu ağrılıkta olan ülkeler arasında- yaklaşık elli ülke- Batı ideallerini hayata geçirebilme yeteneğine sahip kuşkusuz ki yegâne ülke konumundadır. Sevan Nişanyan bunun sebebini, bu ülkeler arasında sadece Türkiye ve İran’ın yüz yıldan daha fazla süredir bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesine ve hukuk, siyaset, sosyo-kültürel eksende köklü bir tarihsel geçmişe sahip olmasına bağlamaktadır. Diğer İslam ülkelerinin birçoğu sadece son yüzyılda dünya sahnesindeki yerini almıştır. Dolayısıyla Batı’nın gerek kurumlarını gerekse yaşam tarzını işletebilecek belki de tek Müslüman topluluk tarihsel geçmişi açısından Türkiye’dir; ancak bu postulatı gerçekçi kılan unsur Türkiye’nin Kemalist Modernleşmesi değildir. Bunun sebeplerini Nişanyan, Anadolu’nun Batı ile kültürel ve ticari alış-verişinin yoğun olması, Osmanlı’da yaşayan Gayri-Müslüman nüfusun fazlalığı, İslam alemindeki ilk temsili parlamentonun ve yazılı anayasanın Osmanlı’da görülmesi başlıklarında özetliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Batı ile münasebetinin ve Batı’ya açılma sevdasının kökenleri Tanzimat Fermanı’nı da düşünürsek modernizmi takiben Osmanlı Dönemi’ne dayanmaktadır. Böylelikle Türkiye’nin Kemalist Modernleşmesi kuşkusuz bu toprakların Batı’ya dönük ilk yüzü değildir.
Türk Modernleşmesi, şüphesiz Batı’daki gibi burjuva devrimleriyle olmamıştır. Buna özgün durumlardan en temeli feodal üretim tarzına sahip Orta Doğu ve Asya topluluklarının buna olanaklı olmamasıdır. Fakat kanımca hiçbir cumhuriyet kendisini feodal bir devlet yapısının devamı olarak nitelendirmez. Çünkü cumhuriyet aynı zamanda tıpkı modernizmin geleneksellikten kopuşu temsil ettiği gibi geçmişten radikal bir kopuşu temsil etmelidir. ( Ayrıca bu konu tarihsel süreklik ve kopuş meselesidir ki ancak başka bir yazıda ele alınabilinir.) Yedi yüz yıldır her sene İstanbul Fethi’nin kutlamaları, Osmanlı Devleti’nin borçlarının ödenmesi, Ermeni Tehciri gibi noktalar ve daha niceleri bize Fikret Başkaya’nın tabiriyle eski şarabın yeni şişeden sunulduğunu gösteriyor.
Kemalist Modernleşme batılılaşma ideasını altı ilkesinde sistematize etmiş ve bu ilkeler Türkiye Cumhuriyeti’nin öz ve özgül yapısını belirleyerek Cumhuriyet Halk Partisi’ne taşıyıcılık ve koruyuculuk yükümlülüğünü vermiştir. CHP ise çok partili dönemden sonra hiçbir zaman tek başına iktidar olamadığı için bu topraklarla kurucu ideoloji arasında bir doku uyuşmazlığı olduğunu gözler önüne sermiştir. Tabloyu da daha da netleştirmek gerekirse Türkiye’nin kurucu partisi olan bir partinin hiçbir zaman seçimle tek başına iktidara gelememesi gerçekten derinlemesine analiz gerektiren bir meseledir. CHP hiçbir zaman seçimle tek başına hükümet olamasa da ordunun uzantısındaki pozisyonu ve İttihat-Terakki geleneği bakımından daima iktidar olmuştur esasen.  Şimdi ise yeni oluşan AKP Devleti’nde CHP, değerli hocam Aziz Şeker’in belirttiği gibi muhalefet olma becerisini sergileyebilecek midir, hatta ve hatta iktidar olma tahayyülünü gerçekleştirebilecek midir?
Koray Çalışkan, adı Hüseyin olan bir siyahînin ABD Başkanı olduğu bir dünyada CHP’nin de tek başına hükümet olabileceğini öngörüyor. Fakat burada muhalefet olmayı yeni yeni öğrenen CHP’yi tarihin tozlu raflarına kaldırılan Kemalizmin altı ilkesinden bağımsız düşünmek olanaklı değildir. CHP’den beklenen sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini benimsemesidir; ancak ulusal bir partinin, yani yerel bir ideolojinin ilkeleriyle yapılandırılan bir partinin sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine ulaşması kanımca pek mümkün değildir. Ayrıca Türkiye’nin muhafazakâr-milliyetçi taşra yapısı CHP’yi tek başına hükümete taşıyacak bir odak değildir. İşte bu noktada Kemalist Modernleşmenin, taşraya yeni ve bağlayıcı kimlikler yükleme kurgusu veya misyonu başarısızlıkla sonuçlandığı için CHP kendi halkını asla yaratamamıştır. Çünkü merkez ile yerel arasındaki sosyo-ekonomik ve kültürel mesafe birbirinden çok uzaktır. Kemalist Modernleşme bu mesafeyi daraltmak adına yıllardır taşrayı modernleştirmek ekseninde merkezi yerele taşımaya çalışmıştır ve başarısız olmuştur. Fakat AKP hükümeti ise yereli merkeze taşıma gücünü sergileyerek yereli merkezi bir güç haline getirmiştir. İşte temel mesele de temel fark da burada yatmaktadır.
                Giriş bölümünde belirttiğim gibi Kemalist Modernleşme, Batı ideallerinin ve modernizmin birincil ve özgün taşıyıcısı değildir. Bu misyonu, taşrayı dönüştürme veya merkezi taşraya taşıma düzleminde sahiplenmesi Kemalizm ve onun ilkelerini benimseyen CHP ile taşra arasındaki mesafeyi daha da açmıştır. İkincisi ise Kemalist Modernleşme’nin Osmanlı’dan bütüncül ve radikal bir kopuşu sergileyememesi taşrayı yeniden, topyekûn yapılandırmasını olanaklı kılmamaktadır. Bunun en temel sebebi de Kemalizmin asla ve asla yeni bir insan ve yeni bir toplum modeli yaratma yetisine sahip olmamasıdır.

                Emre Özcan
                eozcan@baskent.edu.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder